24 Aralık 2011 Cumartesi

İlk Yarının Ardından Yapılması Gerekenler.

2011-2012 sezonunun ilk yarısı geçtiğimiz günlerde sona erdi. Trabzonspor ligin ilk yarısında 6 galibiyet, 6 beraberlik ve 5 mağlubiyetle 24 puan topladı ve ligi 8. sırada tamamladı. Rakip filelere 16 tanesi Burak tarafından olmak üzere toplam 24 gol bırakırken, kalesinde gördüğü gol adedi ise 21 oldu.

Bordo mavililerin mücadele ettiği diğer bir kulvar da Avrupa kupaları idi. Ön elemeler dahil oynanan 9 karşılaşmada 6 beraberlik 2 mağlubiyet ve 1 galibiyet aldı. Atılan 4 gole karşılık yenilen toplam 8 gol vardı istatistiklerde.

Her ne kadar yönetim bu takımın Türkiye Ligi için yeterli olduğunu iddia etse de ligin ilk yarısı sona erdiğinde takımın 24 puanla 8. sırada bulunması nasıl açıklanır diye düşünmeden edemiyor insan. Öte yandan Şampiyonlar Ligi’nde 7 puan alarak başarılı bir performans ortaya koyan ve yoluna UEFA Avrupa Liginde devam eden takımımızın bu başarısında  başta Tolga olmak üzere bazı futbolcuların üstün gayreti ve şansımızın da büyük payının var olduğunu görmezden gelmemeliyiz.

Her ne kadar çoğunluk ligde alınan başarısız sonuçları yoğun maç programına bağlasa da ben onlarla aynı görüşte değilim. Ligde alınan sonuçlar ve takımımızın Şampiyonlar Liginde yoluna devam edemiyor olmasının en büyük sorumlusu alınan vasat yabancılar ve onların sergilediği kötü performanstır. Şayet dedikleri gibi maç yoğunluğunun yarattığı zihinsel ve fiziksel yorgunluk bu sonuçların sebebi olsaydı bütün maçlarda forma giyen Tolga, Giray, Halil, Serkan, Burak ve Celutska takımın en faydalı ve en istikrarlı oyuncuları olmazdı. Dikkatinizi çektiyse hocamızın ve taraftarların haklı olarak isyan ettiği takımın geçen seneki Türk oyuncularından oluşan  iskeletinin bozulmuş olması da başarısızlığın asıl sebebi değildir, zira ilk yarının en başarılı 6 oyuncusunun 5 tanesi Türk oyunculardan oluşmaktadır. İşte tam da bu noktada eleştiri okları kaçınılmaz olarak yönetime dönmektedir. Yaptıkları sıradan yabancı transferleri bu takımın ligdeki yerinin en doğru açıklamasıdır.

Bu noktada başkan ve yönetim kendilerini Şampiyonlar Ligine alınacağımız son anda açıklandı, transfer yapacak yeterli süremiz yoktu şeklinde savunsalar da bunun da bir geçerliliği yoktur zira geçen sene bittiğinde bu takımın Şampiyonlar Ligi ön elemesi oynayacağı ve elense dahi yoluna UEFA Avrupa Ligi grup elemelerinde devam edileceği biliniyordu. Bir başka deyişle kadro, bunlar düşünülerek oluşturulmalıydı. Büyük paralar ödenerek alınan ve kendilerinden çok şey beklenen Adrian ve Henrique ilk yarını en büyük hayal kırıklıkları oldular. Onlara Volkan ve şans verildiği dönemlerde Pawel ve Sapara da eklenince yabancı çöplüğü haline dönen takımın da kolu kanadı kırılmış oldu.

Takımın diğer yabancıları Alan, Glo, Zokora, Colman ve Cech’in de ilk yarıda vasatı aşamamış olmamaları bugünkü tablonun tamamlayıcı unsurları idi. Şu ana kadar saydığımız oyunculara ek olarak Aykut ve Mustafa kendilerine verilen nadir şansı iyi kullanmış olsalar da kendilerinden yeterince faydalanılamamış olması da Şenol Güneş’in eksisi olarak yansıdı. Takımın bir diğer sorunu ise nicelik olarak bol olsa da nitelik olarak kısır bir kadrosunun olmasıydı. Şu ana kadar saydığım bütün oyuncuların toplam sayısı 18, yanlış okumadınız yazıyla da on sekiz. Hani bu takımın kadrosu 30 kişiydi ve hani bu takımdan şampiyonluğa oynayacak iki kadro çıkardı. Bırakın iki kadroyu bu oyunculardan bir kadro bile çıkmayacağı ayan beyan ortadadır.

Bu saatten sonra kimse kendini kandırmamalıdır, özellikle de başkan ve yönetim. Evet onlara geçen sene dürüstçe, mertçe mücadele edip bize alınlarının akıyla şampiyonluk yaşattıkları için minnettarım ve bu kirli düzenin bir parçası olmadıkları ve başımızı yere eğmedikleri için tekrar tekrar teşekkür ederim, ama bu sene yapılan transferlerin de başarısız olduğunu buradan söylemek zorundayım. Şimdi yapılan hataları düzeltmek için ellerine bir fırsat geçmiştir. Ara transfer döneminde takımın eksik noktalarına yapılacak kalbur üstü transferler bu takımın başarısının anahtarı olacaktır. Bunu yaparken de öyle ahım şahım ek külfet de yaratmalarına gerek yoktur. İlk yarıda hiç kullanmadıkları oyunculardan kurtularak bile yapılacak transferlerin mali yükünü karşılamaya yetecektir.

Son olarak yapılaması gereken transferleri bölgeleri ve olası oyuncuları ile de söyleyelim ki, hep eleştiri hiç isim yok demesinler. Sol stopere Serdar Aziz, sol orta saha Ozan İpek, ön libero Alper Potuk ve son olarak da forvete dünya çapında adam eskitme, duvar olma ve gol yeteneği olan bir yabancı forvet. Forvet’in ismini de kendileri bulsunlar artık, zira yelpaze geniş.



Saygı ve sevgilerimle,

Kuyumcu

18 Aralık 2011 Pazar

Dik Durma Zamanı.

Trabzonspor maça elindeki oyunculardan oluşturabileceği en iyi 11’le çıktı. Maçtan önce tahmin edilen Henrique hamlesinin yerine Aykut’la başlamış olması Şenol Güneş’in yaptığı diğer bir doğru idi. Gelin görün ki, günün fb adına baş kahramanı olan cüneyt çakır ilk yarıda gökhan gönül’e gösteremediği ikinci sarı kartı, temas dahi olmayan pozisyonda Aykut’a gösterirken babasının oğlu olduğunu ve en az babası kadar iyi bir tetikçi olduğunu bir kere daha kanıtlamış oldu. Karşılaşma boyunca verdiği ve vermediği sinsi kararlarla bu maça verilmesi sağlayanların takdirleri kazanmış olduğunu söylersek sanırım kâhinlik yapmış olmayız.

Maça dönecek olursak sahadaki atmosfer hafta boyunca oluşturulmaya çalışılan gerilimin aksine oldukça sakindi. fenerbahçe topa daha fazla sahip olan takım olmasına rağmen verimli ataklar geliştiremedi ve her zaman olduğu gibi gol umudunu alex’e ya da duran toplara bağladı. Nitekim maçın24. dakikasında Glowacki ve Halil’in adam paylaşma ve yer tutmadaki hataları sonucu Mehmet topuz’un kafa vuruşuyla yenik duruma düştük. Bu golün her iki takımın oyunu değiştirmesi açısından pek bir etkisi olmadığı ilerleyen dakikalarda ortaya çıktı ve ilk yarı başladığı tempoda sona erdi.

İkinci yarıya, sahanın tartışmasız en kötü futbolunu oynayan Colman’la başlanmış olması şahsen beni çok şaşırttı ama Şenol Güneş’in elindeki yedek oyuncuları düşününce hocaya pek de kızamadım. İkinci yarı başlar başlamaz ilk yarıdaki silik görüntüsünden kurtulmuş bir oyun ortaya koyan Trabzonspor karşısında fb’nin yardımına babasının oğlu Cüneyt yetişti ve Kadıköy kahramanlığını kimseye bırakmam deyip Trabzonspor’u 1 kişi eksik bıraktı. İşte tam da bu dakikadan sonra Trabzonsporlu futbolcuların ortaya koyduğu mücadele sahada eşit sayıda oyuncuyla oynayan takımların olduğu izlenimi verdi.

Bir yandan fiziksel ve zihinsel yorgunluklarla boğuşan futbolcuların bu denli baskı yüklü bir maçta ortaya koydukları performans küçümsenecek düzeyde olmasa da Trabzonspor’un Burak harici bir gol planının olmaması geçen senenin şampiyonu olan takıma yakışmıyor. Birebirde adam eksiltebilecek tek oyuncusu Alanzinho olan bir takımın bu seneki kazanamama sendromunu yadırgamamak lazım. Bugünkü mücadelede Trabzonspor adına ön plana çıkan oyuncular çoğu maçta da olduğu gibi Giray ve Halil’di. Alanzinho ise bir şeyler yapıyor gibi görünmesine rağmen yaptığı yanlış şut ve pas seçimleri ile takımının olası tehlikeli ataklarını ortadan kaldırdı. Her zaman söylüyorum ve her yazımda belirtiyorum ama bu sefer yorum yapmadan sadece bir soru soracağım. Adrian ve Henrique’nin maça girdikten sonra olumlu bir tek hareketini gören var mı? Bunun ötesinde bu iki sözümona futbolcu hakkında yorum yapmayı size bırakıyorum.

Her şeye rağmen Trabzonsporlu oyuncular biraz daha dikkatli olabilse, yakaladıkları pozisyonlarda biraz şansları yardım etmiş olsa buradan bu gece en azından  puanla ayrılmış olabilirlerdi. Bu maç ve dolayısı ile Ordu maçını da saymazsak ilk yarı geride kaldı. Trabzonspor takımı ligde sadece  galibiyet almış durumda. İşin acı tarafı Kayseri maçı hariç kazandığı maçlar da dahil hiçbir maçta galibiyeti hak edecek futbolu da oynamıyor. Bunun düzeltilmesi için yapılması gerekenler de bellidir ve burada görev Trabzonspor yönetimine düşmektedir. Bu takımın yabancılarının büyük bir kısmı bu takımda ve bu ligde oynayabilecek kapasitede değiller, biran önce yerlerine futbol bilgisi ve zekası üst düzey olan, yetenekleri tartışılmayacak oyuncular alınmalı, yoksa ligin ikinci yarısı da üç aşağı beş yukarı bu şekilde ve performansta geçecektir.

İşin transfer kısmı halledilebilecek ve zamanı geldiğinde yapılacak hamledir. Ama Trabzonspor yönetimin asıl ve ivedilikle yapması gereken ise sırasıyla şu şekildedir.

1.      Başkan ve bütün yönetim kurulu üyeleri tam kadro bir basın toplantısı düzenlemeli ve geçen sene çalınmış olan şampiyonluğumuzun verilmesi için tff’ye ültimatom verilmeli.

2.      Bu sene hakemlerin takımımıza karşı takınmış olduğu düşmanca tavrın ve yaptıkları hataların örnekler verilerek kamu oyuyla paylaşılması.

3.      Etik kurulu raporunun açıklanması için baskı oluşturulmalı ve gerekli cezaların hak edenlere verilmesi istenmeli.

4.      Gerekirse UEFA katında çalışmalar yapıp tff’ye şike cezalarının ve yaptırımlarının açıklanması için baskı yaptırılmalı.


 Bu noktada biz taraftarlara da büyük sorumluluklar düşmekte. Trabzon’un ileri gelenleri diye adlandırılan ama sadece ve sadece Trabzon’un ve Trabzonspor’un sırtından geçinenlerin aksine bu zorlu dönemde takımımızın, hocamızın ve yönetimimizin yanında olmamız lazım. Gün birlik olma ve bu takımın hakkını gasp edenlere karşı dik durma günüdür. Bu takım ve taraftar er yada geç çalınan şampiyonluğunu geri alacaktır. Bu tff tarafından seve seve yapılmazsa UEFA tarafından kendilerine zorla yaptırılacaktır. Unutmayın ki bu şerefsiz düzende bizim bizden başka dostumuz yok. tff’si, mhk’sı, pfdk’sı, tahkim’i ve bilimum kurulları satılmış piyonlardan oluşan bir düzene karşı Don Kişot’luk yapan Trabzonspor’umuzun hocasıyla, başkanıyla, yönetimiyle ve taraftarıyla tek bir vücut halinde arkasında durmalıyız. Biz dik durursak bu düzeni bozarız.

Saygı ve sevgilerimle,

Ender Kuyumcu


14 Aralık 2011 Çarşamba

30 Twitter Yorumuyla G.Birliği Maçı :)

Şimdi ben size yapılan teknik ve taktik hataları ve aslında neler yapılması gerektiğini de anlatabilirim. Bunları cafcaflı cümlelerle de süsleyebilirim ama bu seferlik sevgili Trabzonspor'lular değişik bir yaklaşımla maç yazısı olarak size maç esnasında twitter'da yaptığım yorumları aktarıyorum. Her zaman insanlar maç bittikten sonra akıl vermek, yol göstermek kolay olur tabi diye maç yazısı yazanlara serzenişte bulunur. Bunun haklılık payı da vardır. İsterseniz gelin ben maç boyunca neler düşünüp neler söylemişim bir bakalım ve en sonunda da bu düşünceleri bir toparlayalım.

1.      Maç kadrosunu görünce söylediğim ilk şey : Futbolcular yerlerde sürünse bile yorgunluktan ayağa kalkamasa bile Şenol Güneş bir türlü gençlere şans verecek cesareti gösteremiyor.

2.      Maç başlamadan ikinci söylediğim : Sanırım maç yoğunluğunun getirdiği düşük performanstan şikayetçi olması gereken en son kişi Şenol Güneş, bırakmıyor ki nefes alsın futbolcular.

3.      Dakikayı hatırlamıyorum ama Volkan’ın yaptığı kötü orta sonrası : Volkan alışsın, düzelsin diye sabrediyoruz ama o sabrımızı taşırmak için elinden geleni yapıyor,adam gibi bir orta yap artık Volkan.

4.      Genel bir izlenim sanırın 20. Dakika falandı : Kimse kendini kandırmasın GB izin verdiği için oynuyor gibi gözüküyoruz, GB sıksa 2. golü de rahat bulur.

5.      Volkan’ın çektiği şut sonrası : Volkan'ın vurduğu sertlikte ben 5 yaşındayken vuruyordum topa, hem de plastik topa.

6.      Glo’nun serbest atışta rakip ceza sahası içinde yaptığı faul sonrası : Glowacki için zaman mekan fark etmiyor, savunurken de hücum ederken de sürekli faul yapıyor.

7.      Dakikayı bilmiyorum içimden geldi söyledim : Henrique kadar başınıza taş düşsün yönetim,adam nasıl pozisyon alınır onu bile bilmiyor.

8.      Rezillik üstüne rezillik sergileyince artık kızmaktan vazgeçtim ve gülüyorum: Allah da seni güldürsün Henrique :)

9.      Serkan hiç durmadan koşunca : Biri Serkan'ı durdursun, adam resmen otomatiğe bağladı, sürekli koşuyor mücadele ediyor. Biraz diğerlerine baksın, ne güzel seyrediyorlar maçı.

10.  4 kişi ortada iken bom boş orta yapamayan Volkan’a : Volkan Allah senin ……….. başka da söyleyecek bir söz yok.

11.  Devre biterken Henrique’nin çektiği şut sonrası : hahahahahahahahahahhahahahahaha Henrique şut çekti.

12.  Ve ilk yarı bitti, ve ben hala kalp krizi geçirmedim, sıkıntıdan da ölmedim. Kedi gibi 9 can var bende herhalde. İlk yarıyı özetlemek gerekirse sahada futbol oynanmadığı kesin, ayakla oynana bir oyun var ama adı kesinlikle futbol değil.

13.  Ve ikinci yarıya Adrian'la başladı Şenol hoca, gençler oynamasına izin verirse belki bir mucize yapıp olumlu birşey yapabilir ama hiç umudum yok

14.  47. dakikada Volkan iyi girdi ama yine ufak bir çocuk gibi vurdu topa, alıştım zaten fazla bir yorum yapmayacağım.

15.  Dk. 49 ve Adrian beni yine şaşırtmadı, sol ayağı olmasına rağmen rezalet bir şut daha seyrettik 5.3 milyon avroluk yıldızdan :)

16.  Şenol hoca'nın rotasyon anlayışı, Celutska’nın sola, Serkan’ın sağ beke geçmesi ve duruma göre Adrian değişikliği derken GB 2. golü buldu.

17.  Bu maçta dönmez arkadaşlar. Şenol hoca'nın takıntıları sonumuz olacak. dk 56 bu arada.

18.  Yalnız Adrian ve Henrique'nin top kaybındaki istikrarı takdir edilecek cinsten. Bu transferlerde emeği geçenlere tekrar teşekkür ederim.

19.  Bizimkiler acaba 3 ne zaman olacak diye seyretmeye devam ediyorlar, bakalım ne zaman olacak derken penaltı kazandık, Henrique bir işe yaradı. yalnız formasını çıkarıp da Aykut'un 2. sarıyı görmemesi de ilginç.

20.  Henrique üst üste yaptığı spastik hareketlerle penaltı pozisyonundaki becerisinin bir kaza olduğunu tescilledi

21.  64. dakikada Hurşut sağa verse bencillik yapacağına bu maçta bitmişti. Savunmamız çok açık veriyor, hayrolsun .

22.  70.dakika ve Henrique yine bir topu yakalayamadı, bu adam harcanıyor Türkiye'de, kesinlikle İspanya ya da İngiltere'ye gitmeli.

23.  Dk 75 ve 2 top direkten döndü bu arada, baskımız artıyor, ama sonuç yok henüz. GB tipik küçük takım sendromu yaşıyor, ya maç giderse diye

24.  81. da at artık , ve Alan yine kaçırdı ...................... .(hatırını soruyorum)

25.  Bu Henrique'den ne sucuk olur ne sabun. dk 84

26.  86. dakikada Brozek girmedi mi diye sordum kardeşime, cevap ilgiçti, girdi !

27.  Kaleciyle karşı karşıya iken bile vuramayan mal bir Brozek ile karşı karşıyayız. yönetim ne olur daha çok Polonyalı al bu takıma :)

28.  Bu arada Henrique'ye Adrian diyen spikere de bastım kalayı. Adamların renkleri bile tutmuyor. Nasıl karıştırıyorsun Allah’ın malı.

29.  90+2 yenilin bari de adamların 2 puanını yemeyin. yazık olur.(bizimkilere diyorum)

30.  GB bu sezon ilk defa deplasmanda galip geldi, emeği geçenlere tekrar tekrar teşekkür ederim.
Sizin de yukarıda okumuş olduğunuz 30 yorumda gördüğünüz gibi ben de maçı her taraftar gibi tepkiler veverek seyrediyorum ve bazen öfkeleniyorum, bazen üzülüyorum, bazense gülüyorum. Bütün bunları sizlerle doğal akışıyla paylaştım ki bu düşüncelerimden herkes kendi yazısını çıkarsın.

Saygı ve sevgilerimle,

Kuyumcu

12 Aralık 2011 Pazartesi

İddianame, Trabzonspor ve Narettin Hoca 2.

İddianame açıklandıktan sonra ilk düşüncelerimi sizlerle yine BMN aracılığı ile paylaşmıştım. O günkü bilgi ve belgeler ışığında fotoğrafa bakıp, yazımı da Nasrettin Hoca’nın meşhur tavşan hikayesi ile bitirmiştim. Bu gün gelinen nokta ve gelişmeler üzerine de gelin isterseniz bitirdiğimiz yerden başlayalım, yani Nasrettin Hoca’dan.

Hoca bir gün sabah erkenden uyanmış bakmış ki ahırın kapısı ardına kadar açık, bir telaş içeri atmış kendini. Bakmış ahır bomboş, orada olması gereken eşek ahırda değil. Hemen dışarı atmış kendini sağı solu şöyle bir aradıktan sonra basmış feryadı. ‘Yetişin komşular, eşeğimi çalmışlar’. Soluğu Hoca’nın yanında alan komşuları Hoca’nın derdine derman aramak yerine başlamışlar Hoca’ya veryansın etmeye. Biri demiş aman Hocam bu kapının üstündeki kilit çok zayıf tabi kırıp çalarlar eşeğini. Bir diğeri onun bıraktığı yerden devam etmiş, ahırın hali de harap be Hocam, bu kadar yıkık dökük ahırdan tabi götürürler eşeğini. Durur mu bir diğeri, aman Hocam hırsız burnunun dibindeki ahıra giriyor eşeğini götürüyor ve senin ruhun bile duymuyor. Bütün bu söylenmelerden bıkan Hoca birden atılmış lafa ‘ Yahu, iyi güzel de hırsızın hiç mi suçu yok?’

Şimdi sevgili Trabzonsporlular gelinen nokta gösteriyor ki, yaşanan bu şike sürecinde hiç suçu olmayan tek bir kesim var o da şikeciler yani hırsızlar. Bunu ben demiyorum, sakın yanlış anlamayın. Bunu M. Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının yurdumuzu işgal eden ve onlara destek veren alçaklarla mücadele etmek üzere kurduğu Türkiye Büyük Meclisi’nin şu an koltuklarında oturanlar söylüyor. Hani asıl görevleri bizim vekilliğimizi yapıp, ülkeyi yönetmek olan ve bu iş içinde hatırı sayılı miktarda maaş alan kişiler. Seçildikleri  günden bu yana, ülkenin hiçbir önemli sorununu çözmek üzere aralarında uzlaşamayan, yeni anayasa, terör, insan hakları, ekonomik sorunlar, komşu ülkelerle olan problemler, uluslar arası politika dahil hiçbir konuda ortak hareket edemeyen partiler konu şikecileri kurtarmak olunca ışık hızıyla hareket edip hep birlikte karar almışlardır. Üstelik Cumhurbaşkanı’nın yasayı tekrar görüşülmek üzere meclise geri göndermesine rağmen aynen onaylayarak geri göndermişlerdir. Bunu yaparken de mecliste oluşturdukları görüntü de aslında onların ne tabiatta insanlar olduğu ve orada oturmalarının asıl amacının ne olduğunu konusunda hepimize açık fikirler vermiştir.

Bu noktada değinilmesi gereken önemli bir nokta da seçim süreci boyunca Trabzonspor’u sakız gibi ağızlarından hiç düşürmeyen Trabzon millet vekillerinin konu şehrinin ve takımının haklarını savunmak olunca ortada görünmemeleri, hatta saklanacak delik aramalarıdır. Beyler bu şehir size kimlik vermiştir, bu şehir size makam vermiştir ve bu şehir size itibar vermiştir ama siz ilk önemli sınavda, soruları bile okumadan boş kağıt teslim etmiş ve bu şehre ve insanına ihanet etmişsinizdir. Bunun hesabı elbette sandıkta sorulacaktır, ama o zamana kadar en azından birazcık utanma duygunuz varsa bu şehre adım atmayın ve Trabzonspor’un adını da ağzınıza almayın.

İddianame’ye ve ortaya çıkan belge, bilgi ve delillere dönecek olursak, yapılanlar çok açık bir şekilde ortadadır. Aziz Yıldırım ve kurduğu çete toplam 13 maçta ya şike yapmış yada teşvik vermiştir. Bütün bunlarda delilleri ile açıkça ortaya konmuştur. Hal böyle iken bizim yıllardan beri çok iyi bildiğimiz ve şu günlerde yüzlerine iyice aşina olduğumuz satılmış şahıslar sürüye saldıran sırtlanlar gibi televizyon ekranlarına ve gazete sayfalarına saldırmış, büyük bir iştahla tasmalarının elinde olduğu kişi ve düzeni savunmak için fütursuzca hareket etmektedir. Bunu yaparken de Trabzonspor’a çamur atmaya ve içinde bulundukları pisliğe çekmeye çalışmışlardır. İddianame’yi beklediğimiz süreçte  her ne kadar da bizim bu işlere bulaşmadığımıza olan inancımız tam olsa da, başarılı olmuşlar ve bir acaba duygusu yaratmışlardır. Ama bu duygu içinde bile hiç birimiz onların onursuz söylemlerinde bulunmamış eğer yaptıysak biz de düşelim demişizdir. İşte sevgili renktaşlarım aramızdaki fark budur, 28 yıl şampiyon olmamış, bu süreçte defalarca şampiyonluğu çalınmış bir takımın taraftarları olarak her zaman yaptığımız gibi dik durmuş ve onurun, haysiyetin, ahlakın yanında saf tutmuşuzdur ve şartlar ne olursa olsun safımızı da değiştirmeye hiç niyetimiz yoktur.

Bu süreç içerisinde M. Ali Aydınlar da kendisine verilen rolü iyi oynamış hem Trabzonspor’a aba altından sopa göstermiş hem de gönülden bağlı olduğu camiasını korumak için kendini feda etmiştir. Ellerine geçen bütün bilgi, belge ve Etik Kurulu raporuna rağmen gerekli kararları almamış, asıl niyetlerini de açıkça belli etmişlerdir. Süreci bulandırarak bekledikleri desteği almış ve işin adli ceza boyutunu halletmişlerdir. Bunda Sadri Şener’in de kulüplerin hazırladığı teklif metninde imzası olmasının payı olmuştur ve bu konuda kendisinin de bize bir açıklama borcu vardır.

Asıl mücadele şimdiden sonra başlayacak ve aynı güçler bu sefer düşmenin kaldırılması için harekete geçeceklerdir, hatta bu yönde çalışmalara başladıkları da bir sır değildir. Burada başlıca görev Sadri Şener ve yönetimimize düşmektedir. Her ne şartta olursa olsun böyle bir metnin altına imzanızı atmayın. Defalarca şampiyonluğumuzu çalanların hak ettiği yere Bank Asya 1. Lige düştüğünü görmek bu taraftarın en doğal hakkıdır. Bu halkta kaybolbuş olan adalet duygusunun da bie yerde teminini sağlayacaktır. Yapılması gereken bir diğer şey de TFF’den acilen bu yönde karar almasını talep edip Şampiyonluk Kupamızın iadesini istemektir. Ama Hırsızların müzesindeki kirli kupayı değil, bizim için özel olarak yaptırılması gereken yeni ve temiz kupayı.

Gelinen noktada iddianamedeki delil ve bilgiler ışığında da söyleyebilirim ki Trabzonspor temizdir. Art niyetli olmayan, zeka seviyesi normal olan her insan bunu hakkımızda yer alan iddiaların dayandırıldığı telefon konuşmalarını okuyunca anlayabilir. Bu takım 2010-2011 sezonunda alnının akıyla 82 puan toplamıştır ve  elde ettiği şampiyonluğu da elinden almaya ne bu meclisin, ne TFF’nin, ne de satılmış medyanın gücü yeter. Şenol Güneş hocamızın da dediği gibi; Suç yokken suçlu arayanlar, suçlu varken suçluyu bulamamışlardır, daha doğrusu bulmak istememişlerdir. Aslında yukarıda saydığım kişi ve kurumların suçlu aramasına gerek de yok bir yerde, çünkü her sabah baktıkları ayna onlara suçluyu ömürlerinin sonuna kadar göstermeye devam edecektir.

Saygı ve sevgilerimle,

Kuyumcu

11 Aralık 2011 Pazar

Suçlu, Ayağa Kalk!

Bu akşamki maç bir kez daha gösterdi ki Trabzonspor’a yapılabilecek en büyük ihaneti kendi başkanı ve yönetimi yapmıştır. Geçen sene şampiyon olan kadroyu elinde tutamayan, bu yetmezmiş gibi astronomik bonservis paraları verip vasat altı futbolcular transfer eden başkan ve  yönetim Trabzonspor’un bu maçtaki aciz ve zayıf görüntüsünün bir numaralı sorumlularıdır. Kendilerine bu üstün hizmetlerinden dolayı ne kadar teşekkür etsek azdır.



Maça gelecek olursak, bu sene defalarca söylediğim gibi bu takımın savunmasını Celutska Giray, Glowacki ve Cech oluşturmalıdır. Her ne kadar yetersiz olsalar da eldeki oyunculardan çıkabilecek en iyi savunma budur. Şenol Hoca’nın da yapması gereken bu savunmanın düzeniyle oynayıp dengesini bozmamaktır ama hocamız yine bir macera arayışına girip Celutska’yı yanında oturtup Serkan’ı sağbek olarak sahaya sürdü ve orta sahaya da iki tane futbolcu olduklarından bile şüphe duyduğum dirençsiz adamı koydu. Bunlar Adrian ve Henrique idi. Bu ikisinin bulunduğu bir orta sahanın rakip kim olursa olsun üstünlük sağlamaları imkansız bile değil. Oyunun hiçbir alanında olmayan, savunmaya yardımcı olmadıkları gibi kendilerinden beklenen hücuma yardımcı olma görevini de yapamayan bu ikili, bırakın bu ligi, ampute liginde bile ikili mücadele kazanamazlar. Girdikleri bütün ikili mücadeleleri kaybettikleri yetmezmiş gibi aldıkları her topla da ağır davranmaları sonucu ataklar başlamadan bitti. Dikkat ettiyseniz rakip atakları hep orta sahada başladı ve topu kim alırsa alsın hiçbir dirençle karşılaşmadan Trabzonspor ceza sahasına kadar elini kolunu sallaya sallaya girdi. Burada Zokora’nın sorumluluk almadan oynamasının ve bu sezon maç seçmesinin, seçmediği maçlarda da sahada hayalet gibi dolaşmasının payı büyük.



Bu noktada kusura bakmasın ama Şenol Güneş takıntılı davranıyor ve bile bile lades diyor. Şenol hoca’nın maalesef bazı saplantıları var ve bunlardan kurtulamadığı için de kriz dönemlerinde başarılı olamıyor. Dikkat edilirse rakip takımda iki tane genç oyuncu oynadı bu gece. Biri Burak’a sahayı dar eden ve her pozisyonda ezen Semih, diğeri ise sol kanadı fener maçındaki kadar olmasa da yinede etkili kullanan Emre. Fatih Terim bu kadar cesur davranıp kadroya bu iki oyuncuyu monte ederken, Şenol Güneş Aykut’a bile şans vermeye cesaret edemiyor. Bu sezonki kişiliksiz futbolun ana sorumlu kendisi olmasa da bu akşamki hezimette payı küçümsenmeyecek ölçüde fazla. Oyuna müdahale etmekte geciktiği ve belli dakikalarda ezberlenmiş oyuncu değişiklikleri yaptığı için oyunda ilk yarı   2-0 geriye düştü takımı. Şayet erken davranıp ilk yarım saatte sahada hayalet gibi dolaşan Adrian ve Henrique’yi çıkartıp, Celutska’yı sağ beke alıp Serkan’ı orta sahaya çekseydi ve Alanzinho’yu da hücuma destek olarak oyuna alsaydı en azından bu akşamki hayal kırıklığı yaratan futbolu görmemiş olurduk.



Bu arada Burak’a da değinmeden geçemeyeceğim. Oyun içinde sergilediği tavırlar ve oynadığı futbol gerçekten de hayal kırıklığı yaratıyor bizlerde. Her ne kadar yetenekleri sınırlı olsa da sezon başında yaptığını yapmalı ve 90 dakika kendini oyuna verip bir takım oyuncusu olduğunu hatırlamalı. Performans düşüklükleri muhakkak olacaktır ama arzu ve istek kaybı, vurdumduymaz tavırlar ve bencillik kesinlikle olmamalı.

Özetle bu takım bu sezon geçen sezonun çok altında. Bunda yaşanan şike sürecinin, yoğun maç trafiğinin, iç ve dış etkenlerin payı olduğu da bir gerçek ama asıl sorun bu takımın yetersiz olan kadrosudur. Takımda adam eksilterek karşı kaleye gidebilecek bir tane oyuncu yok. Rakip kim olursa olsun aynı oyun düzeniyle oynuyoruz ve hiçbir rakibe karşı oyunda üstünlüğü sağlayamıyoruz. Bunu sağlamak için bu takımın futbolun doğrularını yapabilecek yeteneklere sahip oyunculara ihtiyacı var. Burada görev yönetime düşüyor ama üzülerek söylüyorum ki kendilerine hiç güvenmiyorum. Unutmayın, iyi futbol iyi futbolcularla oynanır.



Bu takımın Jaja’ya, Egemen’e, Selçuk’a hatta o sorumsuz Yattara’ya bile ihtiyacı var üstüne bir de adam gibi bir santrafora mesela CSKA’lı Doumbia gibi birine ihtiyacı var. İsimleri sadece emsal olsun diye yazıyorum, yoksa onlar geri gelsin diye bir düşüncem yok. Bu eksiklikler giderilmeden Şenol hocaya da futbolculara da yüklenmek haksızlık olur, ama başkan ve yönetim için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim. Başta da belirttiğim gibi bu takımı menajerlere teslim eden ve futbolculuk kalitesi oldukça düşük olan oyuncularla dolduran, bunun için de kulübün milyonlarca avrosunu da çarçur eden başkan ve yönetim en büyük suçludur. Şimdi buradan sesleniyorum: Suçlu, ayağa kalk. Kalk ve yaptıklarının sorumluluğunu al. Al ki, ders aldığına ve bir daha böyle hatalar yapmayacağına bizi inandır.



Saygı ve sevgilerimle,

Kuyumcu

8 Aralık 2011 Perşembe

Teşekkürler Çocuklar.

Türkiye Futbol Federasyonu’nun almadığı veya alamadığı kararı UEFA alınca Trabzonspor aslında hakkı olan Şampiyonlar Ligi’ne hiç beklemediği bir zamanda adım atmış oldu. Daha bu durum tam sindirilememişti ki kuralar çekildi ve grupta İnter, CSKA ve Lille ile eşleşti. Şayet o gün bu takımın toplamda 7 puan toplayacağı ve grubu 3. tamamlayacağı bize teklif edilmiş olsaydı sanırım bunu hepimiz kabul ederdik. Belki futbol olarak çok doyurucu bir oyun ortaya koyamadık ama gerek mücadele olarak gerekse yürek olarak burada olmayı hak ettik.


Unutmamak gerekir ki, bu takım geçen seneki as kadrodan  6 oyuncusunu kaybetti ve bu oyuncular takımımızın iskeletini oluşturan ve oyun yükünü çeken lokomotif oyuncularıydı ve şu ana kadar da eksiklikleri fazlasıyla hissedildi. Geride kalan oyuncuların daha çok mücadeleci ama yetenekleri sınırlı oyunculardan oluşması ve bu sene yapılan transferlerin de takıma gerekli katkıları yapamamış olması bugünkü kısır futbolun ana nedeni. Bu noktada alınan 7 puan ve elde edilen UEFA Avrupa Ligi hakkı,kadro yapısı ve şartlar düşünüldüğünde büyük başarıdır ve gerek futbolcular gerekse teknik kadro teşekkürü ve takdiri hak etmiştir.


Oyuna gelecek olursak Trabzonspor gerek sahaya diziliş gerekse oyun olarak yapması gereken doğruları elinden geldiğince yapmaya çalıştı. Taktik olarak doğru tespitler yapılmış olsa da, oyuncuların bireysel yetenekleri ve oyun zekası Lille karşısında bundan fazlasını almaya yetmedi. Lille bu grubun en iyi takımı ve yaratıcılık özellikleri fazla olan oyunculardan oluşuyor. Lille’e karşı mücadele eden her takımın orta sahada alan daraltarak ve adamlarını karşılayarak oynaması gerekir. Hızlı ve yetenekli oyuncuları ile hem iyi pas yaptılar hem de ikili oyunlarla savunmanın arkasına sarkma fırsatı buldular. Özellikle Hazard’ı durdurmakta zorlanan takımımız oyunu ceza sahası ve çevresinde kabul etmek zorunda kaldı. Zokora ve Colman’ın savunmaya top çıkartırken yardımcı olmaması sonucu atılan uzun toplar da rakipte toplanınca yediğimiz baskı kaçınılmaz oldu. Özet olarak biraz şansımız biraz da Tolga, Giray ve Halil’in üstün gayreti sonucu sahadan istediğimiz sonuçla ayrılmamıza ve UEFA Avrupa Ligi de olsa yolumuza devam etmemize yardımcı oldu.


Bu noktadan sonra artık önümüze bakmalı ve ilerisi için gerekli planlamaları yapmak zorundayız. Burak bu takımın tek hücum silahı ve bu yükü tek başına taşıması da imkansız. Colman da bir yerde orta sahanın Burak’ı ve o oynamayınca orta saha organizasyonu aksıyor ve hücum gücü de sekteye uğruyor. Savunma yetenekleri doğrultusunda elinden geleni yaptı ve bu oyunculardan bundan iyisini beklemek de hem onlara hem de futbola haksızlık olur.


Yapılması gereken bu takıma gerekli transferleri yapmak ve devre arasından sonra Şenol Hoca’nın elini güçlendirmek. Bu takımın acil olarak bir sol stopere, oyunun iki yönünü de oynayabilen bir orta sahaya, ve yine oyunun iki yönünü oynayabilen bir sol orta sahaya ve ileride Burak’a yardımcı olup gol yükünü paylaşacak bir santrafora ihtiyacı var. Bu oyuncular da kalbur üstü oyuncular olmak zorunda. Zira gerek Brozek kardeşler, gerek Adrian gerekse Henrique bundan daha iyi ve daha verimli olmayacaktır. Yetenekleri gerçekten de sınırlı olan ve bu seviyede futbolu kaldıramayacak olan oyuncular. Unutmamak gerekir ki iyi futbol iyi futbolcularla oynanır ve siz de iyi futbol oynamak ve taraftarınıza iyi futbol seyrettirmek istiyorsanız iyi futbolcuları kadronuza katmak zorundasınız. Umarım yönetim ve başkan gerekli mesajları almıştır ve doğru adımları atacaktır. Her ne kadar bugünkü sonuçlar bizim tur atlamamızı engellemiş gibi görünse de aslında biz turu Trabzon’da oynadığımız CSKA maçında kaçırdık.


Sonuç olarak takımımız ilk defa katıldığı Şampiyonlar Ligi’nde ülkemizi ve kentimizi onurlu bir şekilde temsil etmiş ve bana göre başarılı olmuştur. Bu gururu bize yaşattıkları için kendilerine bir kez daha teşekkür ediyorum ve taraftarımıza da bu güzel insanları hava alanında hak ettikleri gibi yani şampiyonlar gibi karşılamalarını tavsiye ediyorum.


Saygı ve sevgilerimle,

Kuyumcu

4 Aralık 2011 Pazar

İddianame, Trabzonspor ve Nasrettin Hoca.

3 Temmuz’da patlak veren şike skandalının ardından tam 5 ay geçmişti ki, merakla beklediğimiz iddianame dün genel hatlarıyla açıklandı. Böylece, aylardır yapılan yanlı yansız bütün yorumlar da bir yerde son bulmuş herkesin kafasında bundan sonra yaşanacak olan süreç hakkında belli bir düşünce oluşmuş oldu. Olayların karşı cephesini oluşturan ve şampiyonluğumuzu çalanların içinde bulundukları topluluk hak ettikleri üzere ağır ithamlarla ve uzun sürecek hapis cezalarıyla karşı karşıyalar. Bu noktada Yüce Türk Yargısına ve hak ettikleri cezaları kendilerine vereceklerine olan inancımız tamdır.


Öte yandan aylardır tutuklu bulunan başkan ve yöneticilerini iştahla ve yüzsüzce savunanların aksine ben dahil bir çok Trabzonsporlu iddianamede adımızın kıyısından, köşesinden geçmesine sebep olan başkanımıza ve asbaşkanımıza şüphe ile yaklaşıp gerekirse istifa edip, aklandıktan sonra gelmelerini istedik. Bu aslında onlara olan güvensizliğimizden değil, Trabzonspor’a olan aşırı sevgimizden kaynaklanıyordu. Biz Trabzonspor’umuzu o kadar kutsal ve mahrem bir yerde tutuyoruz ki, ona en ufak bir leke sürebilecek, söz getirebilecek kim olursa olsun tahammül edemiyoruz. Sanırım bunda Trabzonspor’un bizim için aslında sadece bir futbol takımı ya da spor kulübü olmamasının etkisi büyük. Trabzonspor bizim benliğimizin bir parçası  ve biz onu kalbimizle değil ruhumuzla seviyoruz, çünkü biliyoruz ki kalbimizin durduğu gün bile ruhumuz Trabzonspor’u sevmeye devam edecek.


İddianame’nin bizi ilgilendiren kısmına dönecek olursak, başkanımız Sadri Şener ve asbaşkanımız Nevzat Şakar teşvike teşebbüs etmeye teşebbüs etmek suçuyla itham edilmişler. Bunu tekrar tekrar düşününce aklıma birden Nasrettin Hoca’nın bir hikayesi geldi. Hocayı eve elinde tavşanla girerken gören komşusu akşam yemeğine misafir olarak kendini davet ettirmiş. Afiyetle yenen tavşanlı yemekleri de ballandıra ballandıra anlatmış başka bir komşusuna Hoca’nın. O komşu da kendisini zorla davet ettirmiş bir sonraki akşam yemeğine. Bu sefer azalan tavşan etiyle bir pilav yapılmış. Bu da yeterince makbule geçmiş ve bir sonraki akşamda pilav çorbasına dönüşmüş misafir edilen başka komşu için. Artık elde tavşan etinden eser kalmayınca da en son akşam yemeğe gelen bir başka komşuya da bir tas su ikram etmiş Hoca. Komşu aman Hocam bu bildiğimiz su deyince de, Hoca hemen cevap vermiş: ‘Olur mu komşum, bu da tavşanın suyunun suyu’.


Şimdi sayın savcının elinde şikeciler, teşvikçiler, çete liderleri,çete elemanları, satın alınanlar derken bizim payımıza da teşvike teşebbüs etmeye teşebbüs etme kalmış gibi görünüyor. Bu ithamın sadece bildiğimiz su olduğunu söylemek de sanırım mahkemelere düşecek.


Saygı ve sevgilerimle,

Kuyumcu

2 Aralık 2011 Cuma

Sivas'tan Lille'e Doğru.

Şampiyonlar Ligi'nde oynayacağı hayati Lille maçı öncesinde Sivas'a konuk olan bordo mavililer sahaya alışık olmadığımız bir kadro ile çıktı. Belli ki Şenol Güneş de bizim gibi düşünüyordu ve Sivas'ta olabilecek bir puan kaybı o kadar da önemli değildi. En nihayetinde bu takım Şampiyonlar Ligi'nde bir üst tura çıkmaya çok yakındı ve önemli olan da bunun başarılmasıydı. Celutska'nın kırmızı kart cezalısı olması nedeniyle Serkan'ı zorunlu olarak sağ beke çeken Şenol Güneş, orta sahada hemen hemen hiç görev vermediği Sapara ve Henrique'ye şans tanıdı. Alanzinho'yu da yanında oturtan Güneş geldiği günden bu yana büyük hayal kırıklığı yaratan Adrian'ı sahaya sürdü.

Şöyle bir sayacak olursak da, orta saha sağda Volkan, solda Henrique, ortada ise Zokora, Adrian ve Sapara'dan oluştu. Bu beşlinin oluşturduğu orta saha maçtan önce tam da kendilerinden beklediğim gibi hiç bir direnç gösteremedi ve bu alanı tamamen Sivas'lı oyunculara teslim etti. Savunma görevlerini hemen hemen hiç yapmayan bu orta saha (Zokora hariç), savunmaya top çıkatma konusunda da yardımcı olamadı. Ayağına top bekleyen ve fizik güçleri zayıf olan bu orta saha Aykut'la desteklenmiş olsaydı belki de bu kadar dağınık bir görüntü vermezdi.Hücumda da bir varlık gösteremeyen bu oyuncular Burak'ı çok yalnız bıraktı. Bu yalnızlık Trabzonspor'un gol ümitlerini Sivas savunmasının yapacağı hatalara bel bağlattı. Bu hatalardan birinde öne geçen takımımız  bu sezon iyi bir form yakalayan kalecimiz Tolga'nın yaptığı hata sonucu sahadan beraberlikle ayrıldı.


İçinde bulunduğumuz dönemin kulübümüz için çok önemli olduğu gerçeğinden hareketle bu akşam oluşan eksikleri ve yapılan yanlışları şimdilik bir kenara bırakırken, gerek oyuncularımız gerekse teknik ekibimizin bu maçtan gerekli dersleri çıkaracaklarını ümit ediyorum. Sezonun şimdiye kadarki bölümünden asıl ders çıkarması gerekenlerin de başkan ve yöneticiler olduğunun ve devre arasında bu takıma gerekli takviyelerin yapılması gerektiğinin de altını çizmek istiyorum. Buradan onlara ufak bir tavsiye; hep aynı menejerin oyuncularını almak zorunda değilsiniz. Yaptığınız transferlerin başarı oranı ortada. Zokora, Celutsha ve Colman haribi hiçbir yabancı bu seviyede mücadele eden bir takımın oyuncusu değil, artık değişiklik yapın ve menejerinizi değil Şenol Hocamızı dinleyin oyuncu alırken.


Çarşamba akşamı sahada nispeten farklı bir kadro olacak ve bu kadro da daha konsantre, daha beraber oynamaya alışmış oyunculardan oluşacak. Lille deplasmanından alacağımız bir puan Şampiyonlar Ligi'nde bize bir üst turun kapılarını açacak ve belkide Türk Futbolunun uluslararası arenada yerlerde sürünen itibarını da bir nebze olsun düzeltecek. Bu aşamada TFF'nin kendinden aslında hiç kimsenin beklemediği bir jest yapıp bu karşılaşmayı ertelemesi şık olurdu ama Şenol Güneş'in de söylediği gibi onlar yalnızca İstanbul takımları o arenada boy gösterirken Türk Futbolunun bir parçası oldukalrını hatırlıyorlar.


Yarın açıklanacak olan iddianamenin ardından, geçen sene alnımızın teriyle kazandığımız ve şikeciler tarafından gasp edilen şampiyonluğumuzun da geri gelecek olmasının vereceği moral motivasyonla Trabzonspor'umuzun avrupada yoluna devam edeceğini ve hak ettiği yerlere geleceğini düşünüyorum.


Saygı ve sevgilerimle,

Kuyumcu

Türkiye Büyük Şike Meclisi

Daha önce 3 Temmuz'da patlak veren şike operasyonu ve gelişen süreç hakkında görüşlerimi belirten bir yazı yazmıştım. Onun için bu konuya derinlemesine girmeyeceğim. Girmenin de bir anlamı yok zaten, çünkü geldiğimiz nokta ve yaşanan gelişmeler bize şike'den daha önemli sorunlarımızın olduğunu gösterdi. Gelin isterseniz bu süreci ve gelinen noktayı şöylece bir hatırlayıp değerlendirmemizi yapalım.


Bilindiği üzere Haziran ayında yapılan Futbol Federasyonu Atama Şenliği'nde  hükümetin büyük desteği ile MAA, Türk Futbol'unun başına konduruldu. Gerek futbolla olan bağı gerekse bugüne kadar yaptığı ve yapamadığı icraatlarla, futbol topuna konmuş kelebek etkisi'nden öteye bir etki yapamadı benim nazarımda. Gerçi kendisine verilen görevi eksiksiz yerine getiriyor ve şike'cileri korumak adına palyaço rolünü üstleniyor ama benim bir yönetenden beklediklerim, MAA'nın verdiklerinden çok farklı.


Aslında bütün bunlar belli bir noktaya kadar anlaşılabilir ve açıklanabilir olaylar. Asıl insanın aklının almadığı ve bir türlü anlam veremediği olay ise T.B.M.M.'nin 24. dönem millet vekillerinin seçildikten sonra almış olduğu ilk kanun değişikliği kararı oldu. Ülkemizin maddi manevi bunca sorunu dururken, aralarında hiçbir konuda bu güne kadar anlaşma sağlayamayan partilerin vekillerinin elleri aynı anda, şike'cileri kurtarmak için kalktı. Bizlerin onları o göreve ne için getirdiğimizi hiç umursamadan, ettikleri yeminle bağdaşmayan, hatta insan ahlakı ve vidcanı ile bağdaşmayan bu kişiye özel kanunu çıkarırken eksik olan tek şey ise üzerlerine giyemedikleri sarı lacivert formalar ve ellerinde olmayan 'hepimiz aziz'iz' yazılı dövizlerdi. Bu olayda tek istisna, kanuna gösterdiği tepki ve Cumhurbaşkanı Gül'e yaptığı çağrı ile Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar oldu. Kendisini bu onurlu davranışı dolayısıyla kutluyor, Trabzon'lu ve Trabzonspor'lu millet vekillerine de örnek olmasını diliyorum. Hani şu seçim zamanları Trabzonspor'u ağzından düşürmeyen, almaya geldimi Trabzonspor'un sırtından hiç inmeyen ama vermeye geldimi ortada olmayan vekiller.


Şimdi yasa Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün önünde. Gül, yaptığı yasayı inceletiyorum açıklaması ile oluşan tepkilerin azalması için vakit mi kazanıyor, yoksa gerçekten de yasa'nın ışık hızıyla değiştirilmesinden rahatsızlık mı duyuyor yakında belli olur. Sayın Gül'ün şike'cilerin değil, bu milletin cumhurbaşkanı olduğunun bilinciyle hareket edip, kişiye özel çıkartılan bu yasayı onaylamayıp, meclise geri göndermesini umut ediyorum.


Son olarak şunu söylemek isterim ki, Türk Futbolu tarihinde ilk defa içinde bulunduğu ahlaksız ve çarpık yapıdan kurtulma fırsatı yakalamıştır. Senelerdir mafya, siyaset ve çetelerin baskısı altında kalan bu güzel oyun, onurlu polislerin ve savcıların fedakarca yaptığı çalışmalar sonunda temize çıkma, arınma fırsatını yakalamıştır. Bundan önce atılan kaypak adımlar UEFA tarafından önlenmiş ve gerekli uyarılar yapılmıştır. Kendinizi rezil etmeniz sizin umrunuzda olmayabilir ama düşmüş olduğumuz durum ve ülke futbolunun yemiş olduğu şikeci damgası bizim umrumuzda. Gerek siyasiler, gerek mahkemeler gerekse federesyon üzerine düşen görevi yapmalı ve suçlular cezalandırılmalı. Aksi takdirde bunu bizim için daha önce olduğu gibi başkaları yapar ve Türk Futbolu da içinde olduğu bataklıktan asla kurtulamaz.


Saygı ve sevgilerimle,

Kuyumcu

30 Kasım 2011 Çarşamba

Beşiktaş'lılık Duruşu ve Adamlık.

Geçtiğimiz pazar günü Avni Aker Stadyumu'nda Beşiktaş Jimnastik Kulübü'nün futbol takımıyla karşılaştık. Karşılaşma rakibimizin 1-0 üstünlüğü ile tamamlandı. Maçtan sonra yapılan açıklamalar ise Trabzonspor cephesinin hakeme olan kızgınlığını ve özellikle de eski futbolcusu Egemen'e olan öfkesini açıkça gösteriyordu. Hakem camiasının kulubümüze karşı olan taraflı tutumuna yıllardır zaten alışık olan gerek yöneticilerimiz, gerekse teknik direktörümüz asıl darbeyi kulübümüzün 3 sene boyunca ekmeğini yemiş olan BJK'li Egemen'den alıyordu.


Öyle ya bu kulüp seni adının anılmadığı bir sırada, yetişmiş olduğun Bursaspor kulübü bile ortada bırakmışken renklerine bağladı. O da yetmedi herkese nasip olmayacak bir paye verdi. Trabzonspor kaptanlığı. Bu yönetim ve hoca belki de gideceğini bile bile sırf taraftar tepkisi almaman için sesini çıkarmadı geçen sene. Biz seni İstanbul'a adam olarak göndermiştik, ama pazar akşamı gördük ki oralara alışman ve yeni yöneticilerinin şu ağzında sakız ettikleri Beşiktaş'lılık Duruşunu benimsemen çok uzun sürmemiş. 3 yıl boyunca ekmeğini yediğin camianın puanını çalmayı, kendini yere attığındaki yüzündeki pis gülümseme ile açıklamak sanırım haksızlık olmaz.


Gelelim Beşiktaş'lılık Duruşunuza. Sizin öyle bir duruşunuz vardır ki, daha formanızı bile giymeden milli takıma seçilmiş olan bir futbolcuyu milli takıma yükseltmiş olmakla övünürsünüz. Sizin duruşunuz öyle bir duruştur ki, şike ile alınmış kupa sayesinde avrupa kupalarına katılır ama hakkını yediğiniz İBB'li futbolcuların emeklerini hiç düşünmezsiniz. Transfer ettiğiniz onlarca futbolcu ve hoca'nın hak edişlerini ödememek için çevirmediğiniz dümen, yapmadığınız oyun kalmaz ama sonunda CAS tokadı yediğinizde seve seve ödemediğiniz paraları CAS zoruyla ödersiniz. Siz öyle bir camiasınız ki ismi kulübünüzle özdeşleşmiş oyuncuları bile kapı dışarı ederken her türlü oyuna baş vurursunuz. Ertuğrul Sağlam, Feyyaz Uçar, İbrahim Üzülmez, Tigana, Del Bosque bunlara en iyi örnektir. Hocamızın arkasındayız diye açıklama yapar o sırada başka hocalarla görüşür, ertesi gün de hocanızı yollarsınız. Sezon başında paralarını ödememek için işkence ettiğiniz basketbolcularınızın yüzüne utanmadan bakarken de sergilediğiniz Beşiktaş'lılık Duruşudur sizinkisi. Örnekler çoğaltılabilir ama sanırım bu kadarı şimdilik size yeter.


Gelelim Burak Yılmaz konusuna. Hani şu ismini vermeden eleştirdiğiniz ve olmayan penaltıyı varmış gibi göstermek için rol yaptığını söylediğiniz oyuncuya. Hatırlarsanız bu oyuncu ilk parladığı dönemde size gelmişti, henüz gencecik iken ve yine hatırlarsanız ilk golünü de elle atmıştı formanız altında. O zaman kendisine öğretmiş olduğunuz Beşiktaş'lılık Duruşu ile de maçtan sonra mikrofonlara golün nizami olduğunu söylemişti ama hiçbir yöneticiniz tarafından da uyarılmamıştı. Gencecik bir oyuncuya öğretmiş olduğunuz bu Beşiktaş'lılık Duruşu onun kariyerini uçurumuz kenarına getirmişti ki, Şenol Güneş gibi bir insanla çalışma fırsatı geçti eline. Evet ilk geldiği zaman sürekli kendini yere atan, futbol dışı aldatmacalar yapan bir oyuncuydu Burak Yılmaz. Trabzonspor camiası ve Şenol Güneş'in aslında ona hiçbir şey öğretmesine de gerek kalmadı, çünkü gerek Trabzonspor camiası gerekse hocası adam gibi adamdı. Başkalarının hakkını yiyerek değil, parayla yapılamayanı emek vererek yapamayı düstur edinmişlerdi. Bu kadar adamın içinde de adam olması uzun sürmedi.


O, şimdi tüm Avrupa'nın hayranlık duyduğu ve saygıyla bahsettiği bir oyuncu oldu. Hiddink'in Burak hakkında yaptığı açıklamaları dinleseydiniz bunu siz de anlardınız. Üzerine bulaştırdığınız siyah beyaz çamuru temizlememiz kolay olmadı tabi, ama biz onu Karadenizin temiz sularında yıkayıp, Güneş'imizle kuruttuk. Artık O bizden biri. Onun için başka kapıya, ne Burak'ı ne de hakkımızı size yediririz. Biz sizin bozduklarınızı adam ederken, siz bizim adam olarak gönderdiklerimizi bozmayın bari.


Saygı ve sevgilerimle,


Kuyumcu

28 Kasım 2011 Pazartesi

Bir Londra Hikayesi ve Van der Vaart.

Londra'da yaşarken de ara sıra gittiğim, ülkeme döndükten sonra da Londra ziyaretleri sırasında sık sık gittiğim bir gece kulübü vardır Londra'nın hemen dışında, Hertfordshire bölgesinde. Adı Nolita. North Little Italy ( kuzey küçük italya )'nin kısaltması olarak koymuşlar ismini. Gece kulübü dedimse sıradan kulüplere benzemez oldukça nezih ve seçkin bir yerdir. İçerisinde restorantı ve barı , dışarıda güzel bir bahçesi ve küçük bir barı vardır. Futbolcuların ve şöhretli insanların oturduğu bir bölge olmasından dolayı dikkat ederseniz sık sık tanıdığınız bir sima görebilirsiniz.


5 Ağustos Cuma gecesi Kıbrıs'lı olan yakın arkadaşım Enver'le birlikte, Nolita'ya gitmiştik. İçerisi çok kalabalık olduğu için dışarıdaki barda oturduk. İçkilerimizi söyledikten sonra barmaid kızla sohbet ettiğimiz sırada, kız bize içeride Van Der Vaart'ın oturduğunu ve oraya da sık sık geldiğini söylediği. Söylediğine göre de çok iyi ve mütevazi biriymiş. Enver, çok beğendiği ve Tottenham maçlarında da birkaç defa canlı olarak seyrettiği Rafael'i (ilk adıdır ve o gece öyle hitap etmemi istemiştir) yakından görmek için içeri girdi. Döndüğünde kızın doğru söylediğini ve gerçekten de içeride arkadaşlarıyla yemek yediğini söyledi.


Aradan yarım saat geçmişti ki Rafael dışarıdaki bara geldi ve tam yanımda durarak barmaid kızdan bir içki istedi. Bu sırada Enver hemen muhabbete başladı ve ilk olarak onun gerçekten Van Der Vaart olup olmadığını sordu, gerçi biliyordu ama muhabbete de bir yerden başlaması lazımdı. Evet dedi Rafael ve daha sonra da Enver'in resim çektirme isteğini de kırmadı. Doğrusunu söylemek gerekirse onun gibi meşhur birinden hiç beklemediğim kadar sıcak kanlı ve mütevazi idi. Yaklaşık 30 dakika sohbet ettik. Ufakken ciddi bir hastalık geçiren oğlundan ve Madrid'te iken göğüs kanseri olan eşinden ve yaşadığı sıkıntılardan bahsetti. Neyse ki artık hem oğlu hem de eşi çok iyi ve sağlıklılarmış ve bunun için gerçekten de minnettar gibiydi. Yanında kuzeninin kocası da vardı ve adam da oldukça fazla Türkçe kelime biliyordu, kısa bir Türkçe muhabbet bile ettik adamla.


Bu arada konu doğal olarak futbola geldi ve neden Tottenham'ı tercih ettiğini sordum. Eşi ve kendisinin Londra'yı çok sevdikleri için diğer bütün teklifleri reddedip Tottenham'ı tercih ettiğini söyledi. Hatta Real Madrid'ten ayrılacağı sırada Beşiktaş'ın da menejerler arcılğıyla kendisine teklifte bulunduğunu, çok astronomik paralar teklif ettiğini söyledi ve bana da  bu kadar parayı nereden bulduklarını sordu. Aklımdan havadan geliyor nasıl olsa demek geçti ama anlatmak uzun sürecekti vazgeçtim. Daha sonra arkadaşımla ben Arsenal sempatizanı olduğumuzu ama kendisini de beğendiğimizi belirttik ve başarı dileklerimizi sunduk. Konu Türk olduğumuza ve benim Trabzonspor'lu olduğuma geldiği anda sanki beni bekliyormuş da içinde tutuyormuş gibi aniden fenerbahçe sizin şampiyonluğunuzu çaldı şike yaparak değil mi dedi. Enver'le ben bir kısa şoktan sonra kahkahalarla gülmeye başladık. fenerbahçe'nin şöhreti taa Londra'ya, Van der Vaart'a kadar gelmişti. Yiğit namıyla anılır derler tabi, fener de yiğitçe mücadele etmediği için dünya çapında bir futbolcu tarafından şikeciliğiyle anılıyordu.


Merak edip bu konuyu nereden bildiğini sorduğumda, berberinin Trabzonlu olduğunu ve geçen sene boyunca dükkana her gittiğinde sürekli fener'in şike yaptığını söylediğini anlattı bize. Bunun  üzerine fırsatı değerlendirip sazı elime aldım ve Türkiye'de hakkıyla şampiyon olan tek takımın Trabzonspor olduğundan, diğerlerinin ise sürekli şike ve benzeri olaylarala başarı yakaladığından bahsettim ve bir gün Türkiye'ye transfer olmak isterse de gelmesi gereken takımın Trabzonspor olduğunu söyledim. (Ey İstanbul dükaları dünyanın her yerinde bir Trabzonlu muhakkak vardır, attığınız adıma dikkat edin.) Galatasaray'lı olan arkadaşım Enver hemen lafa girdi ve Galatasaray'da oynamasını önerdi. Rafael'in cevabı kısa ve netti : 'Galatasaray is shit man'. ( yani kibarca Galatasaray rezil dedi - Tabi kast ettiği Galatasaray'ın o sezonki performansı ve içinde bulunduğu durumdu). Bunu söylemekle beraber, Türkiye'ye transfer olmak için henüz erken olduğunu ve 33-34 yaşına gelince böyle bir tecrübe yaşamak istediğini söyledi. Tabutta gelseydin bari diyecektim ama, anlı şanlı kulüplerimizin bu intibayı onlara verdiğini bildiğim için sesimi çıkarmadım. Yaşı geçmiş adamları Türkiye'ye yıldız getiriyoruz diye astronomik paralara bize izlettirenlerin eseridir Avrupa'lı futbolcularda oluşan bu düşünce tarzı, hepsine selam olsun.

Konu birden kendi hakkında edindiğim izlenime geldi ve bu kadar şöhretli bir futbolcu olarak bu kadar mütevazi olmasını gerçekten çok takdir ettiğimi söyledim. O da bana özellikle bizim ülkemizdeki şöhretlerden beklenmeyecek bir cevapla karşılık verdi. Hayatta futboldan ve paradan çok daha önemli şeyler olduğunu ve ailesinin her şeyden önce geldiğini ve önemli olanın onların sağlıklı ve mutlu olması olduğunu söyledi ve kendisinin hiç değişmediğini ama çevresindeki insanların ona karşı olan tavırlarının ve bakış açıklarının değiştiğini söyledi. Bunu da yakın zamanda yaşadığı bir anı ile örneklendirdi. Belli bir süre önce Hollanda'da yetiştiği kasabada kendinin de amatör olarak oynadığı takımı ziyarete gittiğini ve eskiden tanıdığı insanları görünce adlarıyla seslenerek hatırlarını sorduğunu söyledi. İnsanların kendi adlarını hatırlamasına verdiği ilginç tepkilerden sonra da onlara sadece meşhur olduğunu hafızasını kaybetmediğini söylemiş.


İşte sevgili dostlar, bir dünya yıldızı ile yaşı geçmeden karşılaştığımda yaşadığım bir anım. İçinde hayata dair herşey var. İsteyen istediği kısmı almakta ve kendine göre yorumlamakta serbesttir. Benim için önemli olan Türkiye'de gözünün önünde yaşananları göremeyen milyonlara, millet vekillerine ve federasyon yetkililerine inat elin Hollandalısının bu denli yıldız bir futbolcu da olsa şikeyi ve şikecileri görüyor ve biliyor olmasıydı. Rafael'in bildiğini UEFA'da bildiği için şu an hak ettiğimiz yerde, Şampiyonlar Ligi'nde mücadele ediyoruz. Platini ile karşılaşmadım ama kim bilir belki bu aralar Paris'e yolum düşerse ve onunla da karşılaşırsam benim Trabzonspor'lu olduğumu duyunca eminim, sen hiç merak etme biz şikecilere gereken cezayı ülkenizi ve futbolunuzu yönetenlere rağmen vereceğiz olacaktır.


Saygı ve sevgilerimle,


Kuyumcu

23 Kasım 2011 Çarşamba

İşte Benim Trabzonspor'um.

Şunu açıkça balirteyim ki Trabzonspor bu akşam mükemmele yakın bir futbol oynayarak hem benim hem de milyonların kalbini fethetti. Futbolun gerektirdiği bütün doğruları 90 dakika boyunca sahaya yansıtan bordo mavili futbolcular, rakip takım teknik direktörünün de saygısı kazanmış olacak ki, maçtan sonra Ranieri'nin övgülerine mazhar oldular. Gerek sahada ter döken futbolcularımızı gerekse başta Şenol Güneş olmak üzere tüm teknik ekibi bu onurlu ve dik oyunları dolayısıyla tebrik ediyorum, bize bu onuru ve gururu yaşattıkları için de ayrıca teşekkür ediyorum.


Maça geçmeden önce değinmek istediğim bir kaç konu daha var. Bunlardan birincisi Şenol Hoca'mızın da basın toplantılarında belirttiği üzere bu takımın Şampiyonlar Ligi'nde bu ülkeyi temsil ettiği gerçeğini inatla görmek istemeyenlerin olduğudur. Her ne kadar kuyruk acıları da olsa, unutmamaları gereken şey Trabzonspor'un aldığı bu puanların ülke puanına büyük katkısı vardır ve ileriki yıllarda da kupalara katılacak takım sayımızı ve oynanacak ön eleme turlarını doğrudan etkileyecektir. Diğer bir konu da Trabzonspor'umuzun 5 maç sonunda 6 puanla 2. sırada olduğu gerçeğidir. 4. torbadan katıldığı grupta, bir üst tura çıkma şansını son maça taşıyarak taraflı tarafsız herkesin takdirini toplayan bordo mavililer büyük bir başarı yakalamışlardır. Hem de kendi dışlarında yaratılan bütün yanlışlara ve karmaşalara rağmen. İnter takımının içinde bulunduğu durumu bahane edip Trabzonspor'un başarısı gölgelemeye çalışmak ya geri zekalılık ya da kötü niyetliliktir. Bu yorumu yapanların iki şıktan birini seçme özgürlüğü kendilerine aittir. Son olarak da daha önceki maçları bize işkenceye çeviren sözümona yorumcu ve spikerlerden sonra Metin Tekin ve Murat Kosova'nın maça kattıkları lezzet ve samimi destekleri de teşekkürü hak etti.


Maça gelecek olursak, bu seferlik sahada yapılan mükemmel mücadele ve ortaya koyulan sezonun tartışmasız en iyi futboluna hürmeten herhangi bir eleştiride bulunmayacağım. Zaten yok denecek kadar az olan olumsuzluklar yapılan doğrular ve yaşatılan güzellikler yanında çok ufak kaldı. Neydi bu akşam bu takımı bu kadar iyi yapan diye merak edenlere söyleyecek olduğum en önemli şey futbolcuların Trabzonspor forması giydiklerinin bilincinde olmaları ve bir takım gibi bütün halinde mücadele ettikleridir.  Bu oyun anlayışı ve mücadele ile yenemeyeceğimiz takım gerçekten de yok gibi.


Kalede Tolga müthiş oynamaya devam ediyor, savunma önceki maçlara oranla çok az hata yaptı, hem de İnter gibi Şampiyonlar Ligi'ni 2 yıl önce kazanmış bir takım karşısında. Orta saha hücum organizasyonunu neredeyse mükemmele yakın yaptı. Tek eksikleri bazı pozisyonlarda savunma arkasına sarkan rakip orta saha oyuncularını takip etmemeleriydi ama zamanla o konuda da daha iyi olacaklardır. Forvet yine bildiğiniz gibiydi, çok koştu çok didindi ve faydalı işler yaptı. Kazanmaya çok yakın olduğumuz bir karşılaşmayı biraz şanssızlık biraz da tecrübesizlik sonucu berabere bitirdik. Her ne kadar 2 puan kaybetmiş gibi görünsek de Lille deplasmanında alacağımız olumlu bir sonuçla belki de bizi bir üst tura taşıyan puan olacaktır bu akşam alınan bir puan.


Tüm camia olarak tarihimizin en önemli maçlarından birine çıkacağımız Lille karşılaşmasına odaklanmalıyız bundan sonra. Meclis ve hükümet destekli şikeli liglerin daha yıllarca oynanacağını da göz önünde bulundurursak, belki de lig'de oynayacağımız maçlarda yedek ağırlık kadrolarla oynayıp Şampiyonlar Ligi son maçına oyuncuları dinç olarak çıkarmalıyız. Bunun kararını tabiki Şenol Güneş verecektir, ama benim bildiğim tek bir şey var o da bu takımın her yönüyle bir üst tura çıkmayı hak ettiğidir. İşte benim TRABZONSPOR'um budur.


Saygı ve sevgilerimle,


Kuyumcu

21 Kasım 2011 Pazartesi

Biz Futbolu Çok Seviyoruz ( Mu Acaba?)

Türk halkının en büyük eğlencesidir futbol. Yaşamının ve zamanının büyük bir kısmını kapsar futbol oyunu. Kime sorarsanız sorun mutlaka bir fikri, söyleyecek bir şeyi vardır futbol hakkında. Dışarıdan bakan biri için sanki bu oyunu çok seviyormuş gibi görünür Türk insanı. Gerçekten de böyle midir? Türk insanı futbolu çok mu sever? İsterseniz bu sorulara cevap vermeden önce size futbolun İngiltere’de nasıl algılanıp, yaşandığını ve insanların bu oyuna nasıl baktığını çeşitli örneklerle ve bilgilerle aktarayım ve gerekli yerlerde de bizdeki örnekleriyle kıyaslayalım, yazının sonuna geldiğimizde de yukarıdaki soruları tekrar soralım, bakalım ne cevap vereceğiz.


İngiltere’nin başkenti Londra’ya ilk olarak Eylül 1995 yılında üniversite eğitimimi yapmaya gitmiştim. Uçak Londra Heathrow havaalanı için alçalmaya başladığında dikkatimi çeken ilk şey bütün şehrin yemyeşil olduğu ve belki de binlerce futbol sahası olduğuydu. Taksiyle kalacağım eve doğru giderken bir yandan şehri tanımaya bir yandan da anlamaya çalışıyordum. Londra, Hollywood filmlerinde gördüğümüz büyük şehirlere hiç benzemiyordu. Öyle beton yığınlarından, yüksek gösterişli binalardan,yeni yapılardan oluşmuyordu. Binalar eski ama bakımlı, sokaklar düzenli ve temiz, trafik yoğun olmasına rağmen düzenli akıyordu. Bizi bu yazı özelinde ilgilendiren ise, her semtte en az 5-6 tane futbol sahası olduğuydu. Londra’nın geniş ve düz olmasının bunda payı büyüktü, ama asıl önemli olan oradaki insanların bu geniş düzlükleri rant kapısı olarak görmeyip kendi yaşam standartlarını ve kalitesini arttıracak şekilde kullanmalarıydı. Parklar ve spor alanları bu alanların en güzel kullanılma biçimleriydi benim için. Bizde bu alanların ne yapıldığını sanırım hepimiz biliyoruz, onun için karşılaştırmaya gerek yok. Tabi bunda gerek siyasilerin, gerekse yerel yönetimlerin insana verdiği önemin de bizdeki gibi seçim vaatleriyle sınırlı olmamasının da payı olduğunu yaşadıkça daha iyi anladım. Orada insanlar yöneticilerinin söylediklerinin takipçisidir ve gerektiğinde hesap da sorarlar.


Aradan bir iki hafta geçince, şehre alışmaya başlayıp her tarafı istediğim gibi gezmeye başlamıştım. Gezdikçe de daha iyi anlamaya başlamıştım bizimle onlar arasındaki farkın ne kadar büyük olduğunu ve adamların gerçekten de hayatı bizden daha çok sevdiğini. Cumartesi ve Pazar günleri o size bahsetmiş olduğum parklar ve futbol sahaları 7’den 70’e insanlarla dolu olur sabahın köründen akşam üstlerine kadar. Öyle cinsiyet ayrımı da yoktur futbol sahalarında, özellikle de çocuklar arasında. Bazı maçlar kız erkek karışık oynanır bazıları ise yalnız erkekler arasındadır. Ufacık çocukların öyle hurra topun peşinden bir oyana bir buyana koşuşturduklarını sanmayın sakın. Saha çizgileri, hakem, yan hakemler, teknik direktörler ve genelde ailelerden oluşan seyircilerin yanında açıkça görebileceğiniz oyun dizilişleri ve taktikleri vardır ve bunlar profesyonel ya da amatör takımların alt yapıları değil, mahallede bir araya gelip kurulan bildiğiniz aile babalarının hocalık yaptığı takımlardır. İşte size neden ülkemizde yetişen futbolcuların bir alt yapısının ve oyun görüşünün olmadığının en çarpıcı yanıtı. Burada en önemli olan ise kaybetmenin ya da kazanmanın hiçbir öneminin olmadığıdır. Maçtan sonra bütün çocuklar tebrik edilir, meyveleri içecekleri verilir, üstleri değiştirilir ve hafta sonunun diğer sosyal aktiviteleri için sahadan ayrılır aileler.



Futbolu seven ve futbol seyircisi olan herkes hayatının belli bir döneminde futbolla beli ölçülerde haşır neşir olmuştur ve en azından futbolun belli oranda alt yapısını almıştır. Bu tür insanlardan oluşur futbol seyircisi ve tribünleri dolduran seyirciler. Oyunun ruhundan anlayan insanlardır ve olaya çocukluktan aldıkları eğitimle daha çok eğlence olarak bakarlar. Kazanmak isterler ama yenmek ya da yenilmek hayat memat meselesi değildir onlar için. Mağlup olunca dünyaları kararmaz. Bu yüzden kendilerine dikte edilenin değil, kendilerini ait hissettikleri renklerin peşinden koşarlar. Her takımın seyircisi vardır, kaçıncı lig’de olduğunun da bir önemi yoktur. Burada biz Trabzonspor’lularla bir ortak yanları da vardır ki genelde memleketinin takımını tutar İngilizler, bazen de yaşadığı yerin takımını desteklerler, ama öyle Manchester’li olmayan ya da  orada yaşamayan bir insanın sırf Manchester United çok başarılı diye onları tuttuğuna pek şahit olmazsınız. Ufak kasaba takımlarının sahaları bile tıklım tıklım dolar maç günleri. Kupa maçlarında dikkat ettiyseniz bizdeki gibi de değildir bu takımların anlı şanlı takımlarla oynadıkları maçlardaki tribünler. Herkes mahalli takımını destekler gönülden.


Üniversite’de okuduğum yıllarda hem üniversite takımında oynuyor hem de orada tanıştığım Türk arkadaşlarımın ısrarı üzerine Türk’lerin kurmuş olduğu Türk Liginde oynuyordum. Üniversite Liginde huzur içinde ve keyifli geçen maçlarımız, Türk Liginde kavga ve gürültüden ibaret olan maçlardan çok daha mantıklı geldiği için arkadaşlarımdan özür dileyip takımlarından ayrıldım. Daha sonra değişik zamanlarda ve değişik arkadaşların takımlarında sonunu bile bile sırf onları kırmamak adına yer aldım, ama her seferinde macera erken bitti daha önce belirttiğim sebepten. Her ne kadar benim de kaybetmeye tahammülüm olmasa da, ölüm kalım meselesi olarak görmüyordum futbolu. Belki de kaybetmeyi hazmetmek de bir erdemdi ve ben bunu İngiliz’lerde görmüştüm.



Gelelim İngiltere Premier Lig’le şahsen tanıştığım döneme. Her ne kadar Arsenal sempatizanı olsam da gerek Arsenal Kulübü'nün maçlarına bilet bulma imkanım olmadığından ( Arsenal bütün biletleri sezonluk kombine olarak satar ve kombine alabilmek için bilet 2-3 yıl bir bekleme süresi vardır) gerekse oturduğum yerin Charlton Athletic sahasına 10 dakika uzaklıkta olmasından Charlton maçlarına gitmeye karar verdim. O dönemler üniversite eğitimini Londra’da yapan kardeşimle beraber Charlton’un tüm lig maçlarına gitmeye başladık. Yerimde olup tribünleri dolduran seyircileri ve tepkilerini bir görmenizi isterdim. Onlar futbol seyircisi ise biz kesinlikle başka bir şey seyrediyoruz burası gerçek. Bir kere koltuklar sizin adınıza satılıyor ve herkes biletinde yazan yerde oturmak zorunda, giriş çıkışlar evinize giriş çıkış kadar rahat neredeyse., herkes oturduğu yerden medeni bir şekilde tıpkı bir tiyatro ya da sinema izler gibi izliyor maçı ama tezahüratını da yapıyor aynı zamanda. Tek istisna kale arkasındaki bir bölüm. Onlar bizim ateşli taraftarlarımız gibi sürekli ayaktalar ve tezahürat yapıyorlar. Ama onlarda bile bir düzen hakim. Etrafıma baktığımda ilginç manzaralar görüyorum. Yaşlı başlı insanlar, çocuklarıyla, torunlarıyla maça geliyorlar hem de hepsi kombine sahibi. Soruyorum, 30 yıldır 40 yıldır geldiğini söyleyenler var. Kardeşime dönüp be herhalde buradaydı, stadı bunun etrafına inşa ettiler mecbur bu da içinde kaldı diyorum, gülüşmeye başlıyoruz. Dilimizi anlamadıklarında neye güldüğümüzü de anlamıyorlar doğal olarak. Gelelim Charlton özelinde vereceğimiz derse. Aradan birkaç hafta geçti biz takımı iyice tanımaya ve benimsemeye başladık. Takım küme düşmemek için mücadele veriyor yeniyor, yeniliyor ama ortada bir mücadele var. Biz iki kardeş kötü oyunda tepki veriyoruz, bazen Türkçe bazen İngilizce oluyor bu tepkiler, adamlar istisnalar hariç pek oralı değil. Gireni çıkanı alkışlıyor, mağlup oluyor alkışlıyor, hatta o sezon sonunda takım küme düştüğünde bile 25 bin kişi ayakta takımı dakikalarca kimisi göz yaşları içinde alkışlayarak uğurladı. Biz o gün ne yaptık dersiniz, iki kardeş sizin de takımınızın da deyip hepsinin halini hatırını Türkçe sorduktan sonra stadı sinirli bir şekilde terk ettik, bize ne oluyorsa. Adamlar bozulmuyor takımın düştüğüne biz bozuluyoruz. Maç çıkışı herkes biraz maç değerlendirmesi,biraz sezon değerlendirmesi bolca da akşama ne yapacaklarının muhabbetini yapıp evlerinin yolunu tutuyor. Orada bir kere daha anlıyorum ki, Türkiye’de sistem ruh hastası futbol fanatikleri yaratıyor. Bizim sevdiğim futbol falan değil, bizim sevdiğimiz kazanma duygusu, karşıdakinin kaybetmiş olduğundan duyduğumuz haz.


Şimdi isterseniz ilk başta sorduğumuz soruyu tekrar soralım. Türk insanı futbolu gerçekten de çok mu sever?





Saygı ve sevgilerimle,



Kuyumcu